Koşuyordum. Dur durak bilmeden, çılgınca, umarsızca
koşuyordum. Nereye gittiğimi bilmeden, sonucunu kestirmeden koşuyordum. Ne bir
amaç vardı aklımda, ne de bir varış noktası. Koşuyordum sadece. Terler,
alnımdan başlayıp gözlerimden süzülerek yere damlıyordu. Yolları sulayarak
ilerliyordum. Nefesim, git gelleri simgeler şekilde artıp azalıyordu. Neden
yaptığımı bilmiyordum. Forrest Gump tribine mi girmiştim? Yoksa her şeyi arkada
bırakıp, yepyeni bir dünyaya koşma isteği miydi bu? Hayır. Hiçbirisi değildi.
Koşmamın nedeni, arkamda olanca kuvvetiyle koşan ve yakaladığında beni 13 ayrı
parçaya ayıracak 4 kişiydi. Onların gazabından kaçıyordum, kendi sonumdan ve
yiyeceğim dillere destan dayaktan kaçıyordum.
Her şey 7 ay önce başladı. Üniversitede sosyoloji bölümünden
mezun olduktan sonra girdiğim çağrı merkezinde başladı. Buradaki insan
kaynakları departmanı benim için kısa süreliğine de olsa iyi bir maddi kaynak
olacaktı. Sonrasında ise kendi alanımda bir iş bulacaktı. Fakat gün geçtikçe
işi sevmeye ve daha bir azimle yapmaya başladım. Bunu gören üstlerimse benim
insan kaynakları eğitimi almam gerektiğini düşündüler ve insan kaynaklarısertifika programı için başvuruda bulundular. Burada aldığım eğitimle daha da
palazlanıp tam bir İK’cı olup çıktım. Çalışanların performansını en üst düzeyde
tutmak in çaba sarfediyor, özen göstermeyenin gözünün yaşına bakmıyordum. Onlar
da benim gözümün yaşına bakmadılar.
Koştum. Hiç durmadan. Arkama dönüp baktığımda hiçbirinin
kalmadığını gördüm. Onlardan kaçmıştım. Fakat öyle hızlı koşmuştum ki,
hayatımdan da kaçmıştım. Artık o dünyaya dönemezdim. Ben de koşmaya devam
ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder