İnsanların çevre ile oluşturduğu ilişki,
doğal yaşamın devamlılığını belirleyen en büyük etkenlerden biridir. Bu
devamlılığı belirleyen ilişkinin sonuçları çoğunlukla kısa vadede fark
edilemeyecak kadar küçük, fakat ekosistem üzerindeki etkisi azımsanmayacak
kadar büyük olabilmektedir. Doğal sisteme dışarıdan gelebilecek her türlü etkiye
karşı son derece hassas olan bu denge, bir zinciri oluşturan halkalara benzer
ve halkalardan birinin zarar görmesi bile ekolojik sorunların yaşanmasına neden
olabilir.
Yaşadığımız dünya üzerinde doğal dengeyi
bozan tek varlık insandır. Dünya toplumlarının sanayileşme faaliyetleri
arttıkça ekosistem de bu artış oranında bozulmaktadır. Dünya nüfusunun hızla
artması, var olan doğal kaynakların hızla tüketilmesine ve tüketim artıklarının
bilinçsizce doğaya salınması sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca çevre kirliliği
sonucunda bir çok hastalıklar da meydana gelmektedir. Örneğin hava kirliliği
sonucunda kronik bronşit ve nefes darlkığı, su kirliliği sonucunda kolera ve
tifo, çevresel etkenlerden doğan kirlilik ise enfeksiyon, astım ve alerjik
reaksiyonlara neden olmaktadır.
Özellikle 1975 yılı itibariyle dikkat
çekici düzeyde bozulan ekolojik denge, beraberinde ekolojik dengenin korunması
yönünde ortaya atılan koruma bilincini de getirmiştir. Maalesef son çeyrek
yüzyıldan beri değeri anlaşılan çevre bilinci, gerekli çevresel önlemlerin ve
doğayı arıtma tesislerinin kurulmasına neden olmuştur. Özellikle günümüzde bir
çok ülkenin birer çevre kirlilik haritası vardır ve ekolojik dengeyi biraz da
olsa düzenleyebilmek adına insanları bilinçlendirme çalışmaları yapılmaktadır.
Yeşil alanlar artırılmaya, sanayi kuruluşlarının çevreye karşın daha duyarlı
olmasına ve bu amaçla sosyal sorumluluk projeleri oluşturmalarına
çalışılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, sadece planlı önlemler alınarak
çevreye verdiğimiz zararı en aza indirgeyebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder